80'lerin kafası da bambaşka be arkadaş!

 
Rock dünyasının hanım abileri, sizleri seviyorum...
“Every gun makes its own tune.”

Bu ve bunun gibi daha fazlası için: Git 

Ve Aralık gelir...


Accept - Seawinds
 
In a cold and dark December
As I walked into the rain
Stood beside the road
All night long

In that grey December morning
I decided to leave my home
Took a train to nowhere
Far away - far away

Many thousand miles away
Where the moon took to the stars
Dreamed about the days
Days gone by - days gone by

In the night the seawinds are calling
And the city is far far away
Soon the sea turns to darkness
It is night and the seawinds are calling
Seawinds call - seawinds call

Ten thousand miles away
Where the moon took to the stars
Dreamed about the days
Days gone by

In the night the seawinds are calling
And the city is far far away
Soon the sea turns to darkness
It is night and the seawinds are calling
Seawinds call - seawinds call - seawinds call

Dinleyin

fırevı yang...

Adrenalin

Çok oyunculu oyunlar benim için hep sancılı olmuştur. Rakip olarak aynen benim gibi, bir insanla karşılaşmak büyük bir stres unsuru olmuştur. Toplum içinde de aynen böyle. İnsanların (özellikle çok iyi tanımadığım insanların) benden bir konuda cevap veya fikir beklediği zamanlarda da nabzım yükselmeye, vücudum adrenalin salgılamaya başlar. Tabii sosyal olarak aktifleşip, çevrendekilere alışınca bu durum azalıyor. Aynı şey online oyunlar içinde söz konusu olabilir ancak ben henüz Starcraft II'de bu noktaya ulaşamadım. Büyük ihtimalle karşımdaki insanların neler yapabileceğini bilmiyor olmam, yabancılık, bunda büyük rol oynuyor.

Peki ya neden böyle bir yazı yazma ihtiyacı duydum? Az önce ard arda 6-7 maç yaptım ve adrenalim tavan yapmış, vücudum dinçlik kazanmış, kafam binbeşyüz durumdayım ve bunları yazmak istedim. Bu duyguyu çok sevdim. En iyisi 2-3 hafta oyuna ara vermek, çünkü bir kere alışırsam bu güzelim duyguyu kaybedebilirim.

Yoksa bilgisayarın başından kalkıp, şu hayatımdaki monotonluğu atmak için yapabileceğim etkinlikler de böyle hissettirir mi acaba?... Amannn, kim o 'olmayan götünü' sandalyeden kaldırıp, uğraşıcak heyecan verici şeyler bulmaya, bas "FIND A MATCH"e değil mi? O buluyor zaten...

70'ler Özet

İğrenç saçlar, kötü gömlek ve pantolonlar, iyi müzik...

Nixar

Bir kez daha Nixar'a ayak basmış oluyoruz. Neresi bu Nixar diyenler için 1 şarkım 1 de şiirim var;

1.
Kalenin bedenleri yar yar yar yandım
Koyverin gidenleri şinanay yavrum şinanay nay
İpek bürük bürümüş yar yar yar yandım
Niksar'ın fidanları şinanay yavrum şinanay nay

2.
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Niksar'da evimizdeyken
Küçük bir serçe kadar hürdüm.

Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Mevsimler ne çabuk geçiverdi
Unutmak, unutmak, unutmak.

Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Yine kamyonlar kavun taşır
Fakat içimde şarkı bitti.

Şimdi bu adı geçen şehirin, hoppa şina şinanaynay olmayan, kamyonların kavun taşımadığı ve küçük bir serçe kadar hür olmadığınız versiyonunu düşünün. Nixar'a hoş geldiniz...

Adventureeeee

 

Yazın küçük kuzenimle beraber tarlalarda köpek koşturmak dışında, bütün gün oturup cartoon network izliyorduk. Bu sayede uzak kaldığım (çok değil 3 sene öncesine kadar Jetix'den başka izlemezdim.) çizgi film alemine eklenen yeni halkaları tanıma şansım oldu. Ben Ten'inden tut Johnny Bravo'suna bütün yeni çizgi filmleri kuzenime sorduğum sorular ve onun çok heyecanlı anlatımları eşliğinde yalayıp yuttum. Ancak onca çizgi film arasından aklımda gerçekten sağlam bir yer edinen sadece Kulak Jack(Flapjack) oldu. Bazen şirin; bazen iğrenç çizimleri, referansları, karakterleri, kötü esprileri ve şizofren diyaloglarıyla çok hoşuma gitti bu Kulak Jack. Ben de geçen gün bütün bölümlerini indirdim, arada açıp açıp izliyorum. Sizler de izleyin derim...

Yukarıdaki saçmalıkları okumak istemeyenler için ÖZET:
Süngerbob + Çılgın Korsan Jack = The Misadventures of Flapjack
Yani, izlenir ki bu.


Main screen turn on

Cthulhu R'lyeh wgah'nagl fhtagn

Efsane televizyon serisi South Park, bu hafta yeni bir efsane bölüm sundu bizlere.
Geçen sezon bir bölümde bizlerle beraber olan bencil, kıskanç, ilgi budalası kahramanımız "The Coon" bu bölümde de tekrar bizlerle. Geçen sezondaki "The Coon" bölümü Watchmen, The Dark Night gibi kahraman filmlerine yaptığı göndermelerle karnıma ağrılar sokmayı başarmıştı.

Bu sezonki "The Coon 2: Hindsight" bölümü ise bambaşka bir şey olmuş. Özellikle yaptığı göndermelerle kahkahalarıma başka bir boyut kattı. BP'nin petrol kazaları, The Coon ve arkadaşlarının maceraları ve Kaptan Hindsight. Kesinlikle efsane bir bölüm olmuş.

"The Coon"un gruptaki etkisini kaybetmesi sonrası takım arkadaşlarına takındığı tavırla A Clockwork Orange'a, BP'nin açtığı "boyut kapısı"ndan çıkan yaratıklar ve efsanevi Cthulhu ile H.P. Lovecraft'a tam bir saygı kuşağı olmuş. Geriye kalanlar ise klasik South Park komedisi; dalga geçilen aksanlar, geri zekalı yetişkinler, akıllı çocuklar ve Eric Cartman...

Bitirirken A Clockwork Orange'a yapılan o göndermeyle baş başa bırakıyorum sizleri:


Change, everybody needs it...

Blogun formatını (neden böyle bir format belirlediysem artık?) değiştiriyorum. Müzik hakkında yazarız dedik ama müzik hakkında iyi şeyler yazıp yazamayacağımızı hesap etmemişiz, ölü bir blog açmışız. Ben de yine çok iyi yapmadığım işlerden biri olan mantık yürütmeyi kullanarak "İyi olmadığım bir konuda yazacağıma, iyi olmadığım bir sürü konularda yazayım daha iyi değil mi, lan?" diye düşündüm ve böyle bir değişikliğe karar verdim.


Aşağıya da değişimle ilgili şarkılar koydum ki eski formata afilli bi veda olsun, ama afilli olduğu konusunda emin değilim. 'Afil' konusunda da iyi değilim samursam.

 
 Evet, bu listeyi winampa change yazarak çıkardım, yaptım bunu.

Is mayonaise an instrument?

En bi keyifli shuffle!


yüzüçnoktaabir radyo oooddttüü

Son günlerde tekrardan Radyo ODTÜ'ye sardırmış bulunmaktayım. O kadar güzel bir arşivleri var ki. Herhangi bir programın olmadığı genel yayın akışı içerisinde birden çok güzel şarkılar çıkıp insanın içini kelebeklerle doldurabiliyor. Mesela dün gece Can't Stand the Night çaldı çok mutlu oldum, radyoya olan sevgim katlandı. Hemen ardından Lady Gaga çıktı ama olsun yine de seviyorum seni Radyo ODTÜ, sadece günümüz pop şarkılarını içermeyen arşivini seviyorum. Sizde arada arşivinizde ne dinlesem diye dolaşmaya başlamış, en sonunda tüm arşivi shufflea almış ancak bu da sizi kesmemişse bir de Radyo ODTÜ'yü deneyin.

Biraz da Miyav!

Scumdogs of the Universe

Mahahastodon


Mastodon adlı son çeyreğin (bayılıyorum böyle klişe kalıplara) en önemli üç beş grubundan birine aşina olmayan yaralı bünyelere backgrund:

Şarkısı burdan
Klibi burdan

Çok İyi De Oldu Çok Güzel De Oldu Tamam Mı

Ve Blind Guardiandan yeni klip gelir..



not: Hansi'nin saçına bok atanları bulurum, alınıyorum zaman zaman.

Hoppa Biraz Nostalji

Burzum - Belus (2010)


11 yıl.

Çocuğumun babası olup çiflikte yaşıcam ben geyiklerini hızlı atlatan Varg abimizin en son albümü Belus. Albüm ismi adını Avrupa’nın en eski ışık ve masumiyet tanrısından almakta. Başta Den Hvite Guden (The White God) olan albüm ismi sonradan faşizan algılanabileceğinden değiştirildi, gerçi Varg Vikernes'i bilen bilir, gerek yok böyle atraksiyonlara, bilmeyenler için bir röportajından alıntı yapıvereyim:

- are you racist?
+ yes. but i hate no one. hate is irrational. i am a rational person.
- are you proud what you've become?
+ yes!

Albüme gelecek olursak benim açımdan ilk soru 11 yıllık araya değdi mi oldu. Cevabı sanırım evet, her ne kadar eskisi kadar Burzum müziğini kaldıramasam da (gençken kedi kesip kanını içerdik) hala o karanlığı, soğuk hissiyatını ve tatlı rahasızlığı alabildiğimi söyleyebilirim. Önceki albümlere baktığınızda (Daudi Baldrs harici konuşuyorum) daha aklı başında, sakin(!), oturaklı bir albüm görünümünde Belus.

Albümün genel konsepti, eski avrupa pagan güneş ve ışık tanrısı Belus'un ölümü ve yeniden dirilişi. Tüm sözler Norveçce, ilk ve son şarkı dışında ambient bir çalışma yok. Henüz tam olarak albümü yutamasam da keliohesten (sözleri de hoş), belus' tilbakekomst ve glemselens elv dikkat çeken şarkılar. Liste şöyle:

01. lukans renkespill
02. belus' død
03. glemselens elv
04. kaimadalthas' nedstigning
05. besøk til kelio
06. alvenes dans
07. alvegavene
08. sverddans
09. keliohesten
10. morgenrøde
11. belus' tilbakekomst

Tamam, Varg Vikernes adlı değişik kişiliğe içten içe duyulan saygı ve hörmetimiz albüm puanını yükseltiyor olabilir, yapılan müzik de tekdüze gözükebilir ama black metal denen tarz dahilinde yaratıcılıktan uzak, sadece gürültü yüklü zamane gruplarına bir siktirin gidin dediğini rahatlıkla söyleyebilirim Belus'un.

Sözün özü, kongen er tilbake.

Sevmediğimiz Şeyler



Neyse ki Dave is God:

House Blues


House MD ile gönüllere saraylar dikmiş Hugh Laurie abimiz yaz sonu albüm kaydedeceği açıklanmış. Joe Henry yapımcılığında oluşacağı söylenen albüm blues tarzında.

Diziye aşina olanlar enstrüman kabiliyetini bilir Hugh abinin, bir insan daha ne kadar karizmatik olabilir diye soruyor insan tabii.

Dave Mustaine



in our life there's if
in our beliefs there's lie
in our business there's sin
in our bodies there's die

Biz Size Araklamayın Demiyoruz

Hobi olarak yine araklayın...

Kurban hep kurtarıcı niteliğindeydi gözümde. İnsanlar albümünü defalarca dinleyip, kendi tarzında -ülkemiz sınırlarında- çıkagelmiş en iyi albüm olarak nitelendirdiydim hatta.

Gün itibariye yeni klip parçaları İfrit'i dinledim. İntroda s.o.a.d., outroda Metallica riffleriyle zenginleştirilmiş güzel bir toplama esans niteliğinde gerçekten. Yorum yapmadan direk bokumu atayım kaçayım. Buyrun;


Kurban - İfrit

=

System of a down - Toxicity

+

Metallica - King Nothing

The Final Frontier

Iron Maiden geçtiğimiz sonbaharda açıklanan ve elimizde 2010 yazında çıkacağından başka bir bilgi bulunmayan The Final Frontier albümü hakkında beklenen açıklamayı yaptı. Iron Maiden resmi internet sitesindeki açıklamaya göre albüm 16 Ağustosda raflardaki yerini alacak. 

Açıklamada albümün kapak resmi ve şarkı listesi de gözler önüne çıkmış oldu. Ayrıca grup hayranlarına, teşekkür amacıyla güzel bir jestte bulunarak albümde yer alacak şarkılardan El Dorado'yu internetten bedava indirme olanağı sundu. Bu durum hakkında Bruce Dickinson'ın açıklaması ise şu şekilde:

"El Dorado is a preview of the forthcoming studio album. As we will be including it in the set of our Final Frontier World Tour we thought it would be great to thank all our fans and get them into The Final Frontier mood by giving them this song up front of the tour and album release."

El Dorado maalesef vasat bir şarkı olmuş ancak bu albümden umudumuzu kesmek için bir sebep değil, zira albümün 76 dakika çalma süresi olduğunu düşünürsek benim hala beklentilerim yüksek. 

Albümün 76:35'lik şarkı listesi ise şöyle:

1. Satellite 15....The Final Frontier    
2. El Dorado                                   
3. Mother Of Mercy                      
4. Coming Home                            
5. The Alchemist                            
6. Isle Of Avalon                            
7. Starblind                                    
8. The Talisman                              
9. The Man Who Would Be King  
10. When The Wild Wind Blows      

El Dorado'yu aşağıdan dinleyebilirsiniz.

 

 

Rush'dan Haber Var!

Efsanevi progresif rock grubu Rush geçtimiz günlerde 19. stüdyo albümü Clockwork Angels'i duyurdu. Albüm, Rush'ın bu yaz başlayacağı, ABD ve Kanada'yı kapsayan Time Machine Tour'un bitmesinden sonra 2011 ilkbaharında piyasaya sürülecek. Albüm haberine heyecanlanıp bir senenin ne kadar uzun bir süre olduğunu hesaplamaya koyulan bizlere Rush bir güzellik yaparak 1 Haziran günü albümün ilk single'ı Caravan'ı piyasaya sürdü.

Single'ın ilk şarkısı Caravan ghostbusters vari bir giriş yaptıktan sonra bas ve davul hakimiyetinde devam eden, nakaratta temposu biraz düşsede 2. nakaratta Geddy Lee'nin "In a world where I feel so small, I can't stop thinking big" sözlerinden sonra gelen bas, davul ve gitar sololarıyla temposu tekrar doruklara yükselen ve kulaklarımızın pasını silen güzel bir parça.


Single'ın B-Side'ı BU2B aniden salona dalan yatakhane belletmeni derecesinde beklenmedik, şok yaratan bir girişe sahip; sert bir şarkı.

Bu iki şarkı ışığında Rush'un her albümde git gide sertleşen soundundan bu albümün de nasibini alacağını söylemek mümkün. Özellikle albümde genel olarak Neil Peart'ün sert vuruşlarıyla şarkıları beynimize çakma yolu seçilmiş gibi görünüyor. Zira her iki şarkıda da davul çok ön planda. Her ne kadar şarkılar bana beklemediğim kadar sert gelsede Clockwork Angels'ın 2011 yılının en güzel albümlerinden biri olacağını söyleyebilirim. Şarkıları aşağıdan dinleyebilirsiniz.

Caravan 


BU2B
 

Huzur İçinde Uyu Dio \m/

Bugün heavy metal camiası sesini kaybetti. Muhteşem sesiyle, yaptığı işlerle, saygıdeğer duruşu ve sempatik kişiliğiyle rock/metal müzik dinleyicilerinin gönlünde Tanrı mertebesine ulaşmış muhteşem insan bugün kansere yenik düştü.

Huzur içinde uyu Dio. \m/

Kendisi her ne kadar çok sevdiğim bir insan olmasa da Metallica davulcusu Lars Ulrich Dio'a çok güzel bir mektup yazmış, okurken gözlerim yaşardı. Okumak için buraya tıklayın!

11 mayıs 2010 Riverside İstanbul Konseri


Yoğunluktan kafayı yeme haddesine geldiğim bir zamane günlerinde, üstelik yavaş yavaş biriken dinleyicilikte yeni ufuklara açılma isteğinin şahsımı bunalımlardan bunalımlara soktuğu vakitlerde ortasından girdiğim bir gruptu Riverside. İşte yine tam bu ruh hallerindeyken, geceleri henüz uyuyabileceğim 5 saat daha varken 3 saatle yetinmekte ısrar eden dengesiz vücudumu bir nebze sirken, memnuniyetten geberdiğim bir etkinlik oluverdi 11 mayıs Riverside konseri.

Her zamanki gibi bir adet adettendir birası içip sıraya dahil olduğumuzda sırıtır bir halde etrafıma baktım. Tahmin ettiğimin biraz üstünde seyirci vardı ve -işte burası çok önemli- muhteşem olmasa da genel olarak her konserde görmek istediğim seviyedeki dinleyicilere sahipti sıra. Bir kere yaş ortalamasının altına kaldığımı farkettim ki mutluluk vericiydi. Etrafta Cannibal Corpse t-shirtlü yarmalar yoktu. Hatta bir ara önümdeki ablamın sürekli bir Wacken turisti olduğunu kulak misafiri olarak öğrendim ki işte aradığım kalitede seyirci buydu.

"Studio Live'ın adını değiştirmekle falan olmuyor beyler" cümlesiyle başlıyorum mekan eleştirisine. Daha önce Anneke VG.&Danny C. performansı izlemiştim burada. Değişen hiç bir şey yok. O zaman da boğuldum şimdi de. Okuduğum yazılarda havalandırmadan dert yananlar çoğunlukta ama benim sıkıntım genel olarak mekana. Bir kere o kolonlarla olmuyor, tamam küçüklük eleştiri sebebi olmamalı pek ama ben rahatsız oluyorum o dipdibelikte. Sürekli etrafta volta atıp "bira içer miyiz gençler" kafasındaki çalışanlar ise bambaşka bir yazı konusu zaten. Tüm konser boyunca ordan oraya bira taşıdı adamlar, pes. Ses sisteminin zayıflığı da başka bir konu. Riverside'da pek sıkıntı yaşamadım fakat ön grup olarak çıkan ve ortalamanın çok üstünde bir performans sergilediği tartışmasız Hope to Find grubunun malesef her bir enstrümanı ayrı ayrı kulaklarımı tırmaladı.

Yeri gelmişken Hope to Find'ın çok başarılı olduğunu bir kez daha belirtmek gerek. Ses sisteminden olsa gerek sonlara doğru inseler artık dediysem de ülkemizden progresif rock alanında bu kadar kaliteli bir oluşumun çıkabildiğini görmek çok güzel. Unirock'da çalabilmek için oy istediler konser sonunda, seve seve verdim az önce.

Gelelim Riverside'a. Grup 2001 Polonya çıkışlı bir progresif rock/metal topluluğu. Sahneye ilk adım attıklarında artık sahne işlerini çözdüklerini açıkça hissettirdiler. Özellikle Mariusz Duda (vokal/bas) duruşuyla vay be dedirtti şahsıma. Michał Łapaj (klavye) gönlümde taht kuran sempatikliği ile izlemeye bayıldığım bir diğer grup elemanı oldu. Kendisiyle mesajlaşmaktayız falan ayrıca, o kadar egosuz bir herif kendisi (demek istediğim o ki...). 2 sene önceki konserde mekanın küçüklüğünden mütevellit merdivenlerde solo atmak zorunda kalan Piotr Grudziński her ne kadar soğuk antipatik bir görünümde olsa da -hakkını vermek lazım- çok iyi bir gitarist. Piotr Kozieradzki (davul) ye söyleyecek bir şey yok zaten, tombili şirinlik abidesi bir adam. Yine de tüm konser boyunca beklediğim etkileşimi alamadım grup elemanlarıyla. Duda çok az konuştu, yine de soğukluklarını Polonyaya yıkmak suretiyle müziklerine geçiyorum.

Alt grup indiğinde konser boyunca sounddan rahatsız olacağımı düşünüp telaşlandım açıkcası. Ama o ilk bas tonu geldiğinde, ilk distortion sesi duyulduğunda farkettim ki softlardan softlara bir ton dinleyecektik. Özellikle Duda'nın bas tonu, bas gitarla pek iyi ilişkileri olmayan beni bile fazlasıyla memnun-mutlu etti. Teker teker ne kadar kaliteli müzisyenler olduklarından bahsetme ihtiyacı duymuyorum. Konserin açılış parçası Hyperactive idi. Son albümde ağırlıklı olduğunu söyleyebiliriz setlistin. 5 şarkısı da çalındı Anno Domini High Definition'ın. Driven to destruction, Cybernetic pillow, Egoist hedonist, Parasomnia, Conceiving you, Dance with the shadows, Left out, Hybrid times, Rapid eye movement ve 02 panic room şeklindeydi setlist. Conceiving you da yaşadığım tüylerin diken diken olması durumu, Cybernetic Pillow'un inanılmaz solosu, 02 Panic Room'un muhteşem yorumlanması aklımda kalanlar oldu. Akılda kalmak demişken Piotr bir ara bagetini düşürdü elinden, sanırım Duda ile benden başka farkeden olmadı bunu. Göz göze gelip gülüştüler, Piotr ritmi bir an bile kaçırmadı, bageti düşmeden kaptığı gibi devam etti.

Son olarak (her bir grup elemanını teker teker dakikalarca solo izlediğimi belirtip) Riverside sırıtan bir elemana bile sahip olmayan, tarzı müziğini çok iyi şekilde icra eden ve iddiama göre gelecek 5-10 yıl içinde inanılmaz bir patlama yapıcak bir grup. Konserin açılış parçasını paylaşma zevkimin de içine eden 94.5 adlı radyoya da laf atmadan bitirmiyorum.

Ek şey: Süper bir ritim yakalamıştık fakat kulaklarımı dinlendirmeyi düşünüyorum bu bir aylık sürede. 17 Mayısta Lamb of God, 25 Mayısta Caspian konserleri var. Bu arada Droconian resmi sitesinde ülkemizdeki konserini iptal ettiklerini açıkladı, ah sen nelere kadirmişsin eyjafjallajökull. Fikrimi değiştirirsem belki Caspian; yoksa en yakın konser yazısını Sonisphere'e bırakıyorum, işaret ve serçe parmaklarınızdan öpüyorum.

Gidin müzik dinleyin!

Bir Konserin Anatheması

Günlerden 7 mayıs, midemle gelenek haline getirdiğimiz "Gurrululu!!", "Ne yiyelim?", "Gurrrrr?", "Tamam" şeklindeki sohbetten sonra Sercan'ın odasına iniyorum. Sercan'ın yemek yemek gibi bir emeli olmadığı için midemle bir sonraki hamlemizi kararlaştırmak için oturuyorum. Sercan'ın "Anathema konseri vardı lan bugün." sözleriyle benim için ilköğretim türkçe kitaplarındaki 'Okuduğumuzu anladık mı?' sorularının bir parçası olmaktan öteye gitmeyen 'ana tema' söz öbeğine müzikal bir mana katmaya çalışıyorum, bu sırada Sercan'dan gelen "Gidelim mi?" şeklindeki önerme sosyal yoksunluk çeken bünyemde (social bunnyyi falan görüyorum, o kadar!) bomba ektisi yaratıyor,  gözlerim kararıyor.
 
Gözlerimi açtığımda, İstinye Park'ın dışında elinde 'TBTM'(mideyi unutmamış), cebinde konser biletleri, mekanın Atatürk Oto Sanayide olduğunu öğrenmiş ve tabanvayla o yöne doğru seyir haline geçmiş bir bedende buluyorum kendimi.
 
Atatürk Oto Sanayine geldiğimizde adres sormak için bir güvenlikçi abiye yaklaşıyoruz. Güvenlikçi abinin kibarca mekanı  bilmediğini ancak taksicilerin bileceğini söylemesi üzerine taksi durağına yöneliyoruz. Bu sırada Sercan'ın  az önceki kısa sohbetin saatlerce nöbet tutan birisi için ne kadar mutluluk verici bir şey olduğunu söylemesi üzerine bir aydınlanma yaşayarak; yıllarca, askeri lojmanlarda nöbet tutan asker abilere karşı takındığım umursamaz tavır ve 'İyi nöbetler asker ağbiyyyy.' gibi mutluluk saçan bir tümceyi onlara çok gördüğüm için kendime sinirleniyorum.

Temsili: Asker ağbiyy [Gizemli]  

Sinirlerim yatıştığında mekana yaklaşmaktayız, karşımıza çıkan bir abi "Konsere di mi? Aşağıdan" diyerek bizi tekrar yönlendirdikten sonra  "Buralarda bir şeyler yiyebileceğim bir yer var mı?" şeklinde daha sonra kendisinin gözlerinin kaç derece bozuk olduğunu sorgulamamıza neden olacak bir soru yöneltiyor. Abinin sorusuna anlamsız jest ve mimiklerle cevap verdikten sonra henüz açılmamış olan mekanın önündeki sıraya birer bira alıp bizler de katılıyoruz. Çok muhteşem insanlar olduğumuz için etraftaki pis, özenti ergenleri yerici bakışlarla süzerken gözümüze ilişen bir köfteci yüzlerimize hafif birer gülümseme konduruyor, 'ilahi aç abi' diye düşündükten sonra etrafı gözetlemeye devam ediyoruz.

Mekana girdiğimizde ANA101E dersini geçmiş,  'danny, vincent, cavanagh, kardeş bunlar, lisedeyken one last goodbye dinlemiştim ben' gibi bilgilerle donanmış  durumdayım. İlk olarak sahneye elinde akustik gitarla bir adam çıkıyor, çıkan 'vuuuu', 'fiyufitttt' gibi seslerden ve bu seslerin düzeyinden  anlıyorum ki o adam Danny Cavanagh. Ön gruplarıyla ilgili bir aksaklıktan bahsedip, kendisinin bizi eğlendireceğini söylüyor (ingilizce tabi). İlk şarkıya başladığında Sercan'a dönüp şarkı hakkında en iyi tahminimi yapıyor ve  bilmişce "Lynyrd Skynyrd'dan bir şarkı galiba." diyorum.  Danny'nin  "So, so you think you can tell..."  demesiyle "'Wish you were here' lan bu. Ühühü nasıl bilemedim lan?"  şeklinde şarkının hüznüne de kapılarak ağlamaya başlıyorum. Yanağımda hissettiğim sıcak bir dokunuş üzerine başımı kaldırdığımda daha önce sigara satıldığını düşündüğüm standda gördüğüm 'afet' karşımda "Ağlama çocuk, ben senin göz yaşlarına kıyamam."; diyerek beni avutmaya çalışıyor. Gözlerime inanamıyor ve filmlerden gördüğüm üzere ellerimi yumruk yaparak gözlerimi ovuşturma suretiyle bu olayın gerçekliğini test etmeye koyuluyorum, ancak gözlüklü bir şahıs olduğum için gözlüklerimin bok olmasından başka bir sonuç elde edemiyorum. Gözlüklerimi temizledikten sonra sigara standına bakıp 'afet'i orada gördükten sonra  "Hmm" diyerek Danny'yi izlemeye koyuluyorum. Danny müthiş bir müzisyen, tek başına  muhteşem bir performans sergiliyor. 2 adet Anathema şarkısı çaldıktan sonra 'Wasted Years'  çalmaya başlayınca iyice mutlu oluyorum. Arkamdaki Iron Maiden t-shirtlü abinin şarkıya eşlik etmesi hoşuma gidiyor ve dönüp 'takdir' dolu bakışlar atıyorum abiye, abi korkup sesini kesiyor. Daha sonra abinin Bulgaristan'dan geldiğini öğrenince Bulgaristan'da bu bakışın 'BSAMK!' manasına geldiği çıkarımını yapıyorum. Wasted yearsdan sonra  'Stairway to Heaven' çalarak gönlümü iyice fetheden Danny birazdan 'ailesiyle' birlikte bizlerle olacağını söyleyerek sahneden ayrılıyor. Daha sonra kendimce oynadığım djin çaldığı şarkıları 'tahmin etmece' oyununa  "Deep Purple - Perfect Strangers, AC/DC- T.N.T." gibi cevaplarımı Sercan'a söyleyerek onu da dahil etmeye çalışıyorum, Sercan'dan umduğum tepkiyi alamayınca boynumu büküp "Beastie Boys mu acaba bu?" diyerek anlamsız oyunuma devam ediyorum.

Ben hala son şarkıyı çıkarmaya çalışırken bir öncekinden  3-4 kat yüksek 'vuuuu', ' fiyufitt'  ve ek olarak 'gwarrrrghhhhhh!!' şeklinde çıkan mal ergen seslerinden sahneye Vincent ve 'diğer elemanlar'ın çıktığını anlıyorum. Konser başlıyor, şarkıları pek bilmediğimden sert bir ton duyunca kafa sallıyor, yumuşak bir ton duyduğumda sağa sola hafifçe sallanıyorum, arada bir insanları gözlemleyip tespit yaparak eğleniyorum. İlk tespitim mekanda çok fazla 'hoş' kızın olması, yine sap olmamı bir sorunsal haline getirip bir süre kendime sinirlenmeme neden olduktan sonra alkol almış, mallaşmış ergenler gözüme takılıyor. Bu ergenler aynı zamanda "gwarrgghhh!!" diye sesler çıkarıp gizlice sigarada içiyorlar, 'beslenir lan bunlar' diye düşündükten sonra, Sercan'ın ters bakışlarına "Abi rahatsız oluyosanız söndürebilirim."  sözleriyle karşılık vererek sempatimizi kazanan ergene yıldızlı pekiyi vererek konseri izlemeye devam ediyoruz.  Arada bir ortamla en ufak alakası olmayan bir amcayla göz göze geliyorum, bu amca kızı olduğunu düşündüğüm bir 'bağyanı' arkasında durmak suretiyle koruma altına almış bir yandan da benim gibi potansiyel tacizcilere bakışlarıyla gözdağı veriyor. Bir saniyelik bu bakışmadan çıkardığım sonuçlara sinirleniyor ve önüme dönüyorum. 


Şükran abi
Konserin sonlarında 2 adet ne olduklarını anlayamadığım amca önümüze geçiyor, önyargıyla adamların tacizci veya yan kesici olduklarını düşünüp dikkaytle hareketlerini gözlemliyorum. Bu amcalardan birinin facebookta gördüğüm 90'lı yıllarda İran'da bir  evde geçen 'break dans' partisinin baş rolüne çok benzemesi dikkatimden kaçmıyor.  Bu amcamın konserle alakası yok, ellerini birleştirip 'şükran' hareketi yaparak etrafa korku salıyor, diğer amcam \m/ işaretini tam beceremese de \\n/ şeklinde yaparak konuyla ilgili biraz bilgi sahibi olduğunu belli ediyor. Bu sırada '\\n/' amca etten kalkanı defederek 'bağyanın' arkasına geçiyor, az önce bana ahkam kesen etten kalkan pısıp kalıyor. Amcam baya tacizci gibi 'bağyanın' arkasında bir takım aksiyonlara başlıyor, geçmişte otobüste şahit olduğum ve tepkisiz kaldığım bir taciz olayının bu kez yaşanmaması için yumruklarımı 'Bronson' tarzı sıkmış en ufak bir temasda dalacak şekilde bekliyorum.  Taciz maciz olmuyor, kız etten kalkanı arkasına tekrar alıyor, amcamlar \\n/ ve şükran hareketleri eşliğinde gözden kayboluyorlar. Konser bitiyor.  Spontane olarak bir harekette bulunmanın üzerine, güzel bir konseri cila çekmiş olarak yurda dönüyoruz. 


Bronson Tarzı Yumruk
  

7 mayıs 2010 Anathema İstanbul Konseri

Planlı olmayan işlere hep bayıldım. Oldum olası da böyleydim. Bir konsere yarım saat kala yanımda oturan biri “sıkıldım ben ya hadi gidelim şuna” dediğinde hayır diyecek bir adam olamadım hiç. Evet, Anathema konseri belki 3 ay önce açıklanmıştı ama konsere gitmeye yarım saat önce karar verdik Erdalla. Ne isterseniz söyleyin ciddiyetimiz hakkında, işin özü şu ki Anathema konserine gitmek gibi bir planımız yoktu; ama gel gör ki sıkılmaktan iyidir dedik.

Gruba ve performansa geçmeden ortamı anlatmak istiyorum öncelikle. Sıraya ilk nail olduğumuzda (aslında bi kaç şarkı kaçıracağımızı falan düşündük bir ara ama bilirsiniz konserler +45+1,45 toleranslı aktivitelerdir) henüz içeriye giren yoktu. Aslında sıra beklemek ne kadar sıkıcı ve yorucu olsa da elinizdeki birayı yudumlarken gözlem yapmanın keyfi başkadır. İlk dikkatimi çeken şeyin Death t-shirtlü bir genç olması tabi ki keyfimi bozdu. Sonradan iğrenç egomu tatmin edecek ortamın İstanbulda bir Anathema konseri sırası değil Wacken’de çadır önleri olduğunu aklıma getirdim ki rahatladım açıkcası. Unutmadan Dio’nun bana bahşettiği yetkiyle o genci saygıdan sevgiden aforoz ettim. Kız nüfusunun çoğunluğu bu müzik tarzında sık gerçekleşmeyen, bir diğer dikkat çekici nokaydı. Düşününce çok da şaşırtıcı değil aslında, içinde ağır gitar tonları barındıran bir müzik dinleyen çiftlerin romantizm ihtiyaçlarını pek tabii karşılayabilecek nadir bir etkinlikti bu. Erdal’a kısa bir bakış attım, ben gülümsedim, o tepkisiz kaldı ve sıra ilerlemeye başladı.

İçerideki en büyük korkum ise (her zaman gerçekleşmek zorundaymış gibi) artık bir klişe olan sarhoş insanları çekme sıkıntısıdır. Samimi olarak bir ara ayrı bir bölmede olmak istedim, böyle camlarla ayrılmış bi bölme olsa falan; yanımda scream vokal şeklinde One Last Goodbye icra etmeyen insanların bulunduğu bir yer. Biliyorum çok üstten bakıyor gibi gözüküyorum, ama şunu söylemem lazım ki artık böylesi etkinliklere 18 yaş sınırındansa zeka olarak 18 yaş sınırı getirilmesi taraftarıyım. 2 saat sigara içmeden duramayan veletlerle 2 saat geçirmek inanın sıkıntılı. Orta kısımlarda insanları uzun boyumla rahatsız etmeyecek bir yer bulduktan sonra ellerimi önden bağladım, başımı gururlu bir şekilde havaya kaldırdım ve son bir kez telefonuma baktım.

Danny’nin solo performansıyla başladı gece. Anladığım kadarıyla ön grup çıkamadığı için Danny aldı sazı(!) eline. Ailecek(grup elemanlarının 3 ünün kardeş olduğunu hatırlatayım) çıkmadan 5 şarkı çaldı. Bunlar; Wish you were here (Pink Floyd cover), Are You There, Temporary Peace, Wasted Years (Iron Maiden cover), Stairway to Heaven (Led Zeppelin cover) idiler. Dikkatimi çeken ilk şey nokta tüm coverların İngiliz gruplardan seçili olmasıydı. İki önemli kısımda özetleyebiliriz bu ön sevişmeyi; ilki evet, bir insan tek başına sadece bir akustik gitarla Stairway to Heaven çalabilir (doyurucu şekilde, tamamını) ve evet, Danny Cavanagh inanılmaz bir müzisyen.

Danny’nin solo performansından sonra grup olarak sahneye çıkmaları 22.15’i buldu. Bekleme safasında çalan dj şarkıları Erdal’ı çok eğlendirirken (kendisi asla bir Anathema dinleyicisi olmamıştır, çalan hard-rock kültleri yüzünü güldürdü) şahsımı sabırsızlandırıyordu ki deri ceketiyle pek bir tombulamış Vinny çıktı sahneye.

Girişi Deep’le yaptılar, Pitiless ve Forgotten Hopes’la devam ettiler. Hızlı bir giriş olduğunu kabul etmek gerekir, işte burada konserin özetini yapabilirim: 35 yaş üstü bu adamlar benden daha enerjiktiler ve bu onları “iyi”nin ötesine taşıyordu. Vincent’ın yarısı kadar enerji sarfetsem yığılırım, itiraf. Daha sonra çalınan 3 şarkı ise yeni albümdendi. Vincent’ın “favorim” diye nitelendirdiği Dreaming Light gerçekten hit olabilecek bir şarkı. Hazır yeri gelmişken yeni albümü pek beğenmediğimi söyleyebilirim, ama canlı performansları (yanılmıyorsam 5 şarkı çalındı yeni albümden) doyurucu nitelikteydi. Albüme bir şans daha vermeyi düşünüyorum gelecek günlerde.

Hatırladığım kadarıyla (bir yerden sonra yazmayı bıraktım) setlist şu şekildeydi; A Dying Wish, Sleepless, Angelica, Judgement, Closer, A Natural Disaster, One Last Goodbye, Angels Walk Among Us, Panic, Empty, Flying, Fragile Dreams, Inner Silence, A Simple Mistake, Thin Air, Dreaming Light, Destiny is Dead, Everything, Lost Control. Yorum yapmam gereken şarkılardan biri izlemeyi en çok arzuladığım Inner Silence. Açıkcası beklentilerimin büyüklüğünün farkındalığı, üzüntümü azatsa da Danny’nin solo sırasında yaşadığını düşündüğümüz aksaklık üzdü beni. Bir diğer eleştirim de Closer’da Danny’nin çalmaması gereken yerlerde anlamsız ritimler çalması ve Vincent’ın vocader tonunu sevmememdi. Ancak belki de milyonuncu kez çaldıklarını düşünürsek bu şarkıları bir değişiklik istedikleri açık, en azından kendileri için. Arada yaptıkları deneysel işleri bu yüzden saygıyla karşılayabilirim. A Dying Wish ve Judgement performanslarına “10/10” yorumunu yaptıktan sonra kapatıyorum artık.

Her ne kadar heyecanlı gitmesem de memnun döndüğümü söyleyebilirim geceden. Anathema, -kabul edilmeli ki- sahne performansı olarak çok ileride profosyonel grup elemanlarından oluşmakta ve artık Danny ve Vincent kardeşlerin 30’lu yaşlarının sonlarına geldiklerini düşünürseniz saygı duyma ihtiyacı hissediyorsunuz. Ha bir daha gelirlerse (ki geliceklerdir:) gider miyim?

Belki bir Temporary Peace hatrına…

Kapanış, konserin açılışı olsun, geceden Deep sizlerle efenim, saygılar...

Bir başka şarkı vardır klibimden içeri

Günlerden bir gün internette oraya buraya tıklayarak zaman geçirirkene sezyum.com da "Literal Video" kavramıyla tanışmıştım. "Nedir bu literal video?" diyeceksiniz, linke tıkladığınızda wikipedia aracılığıyla bişiler öğrenebilirsiniz ama "Linkle, tıkla uğraşaman ben." diyenler için ben de şöyle kısaca açıklayayım: Bu literal videolar, şarkıların kliplerinde geçen olayları anlatmak suretiyle şarkının sözlerinin modifiyeden geçmesiyle oluşmuş; eğlenceli, şakalı, komiklikli vidyocuklar. Ben de internette gördüğüm güzel literal videolardan bir derleme yaptım, buyrun izleyin:

#1 >>a-ha - Take On Me<<


Di Oricinıl

#2 >>Tears for Fears - Head Over Heels<< 


Di Oricinıl

#3 >>Red Hot Chilli Peppers - Under the Bridge<<


Di Oricinıl


#4 >>Journey - Seperate Ways<<


Di Oricinıl

#5 >>Bonnie Tyler - Total Eclipse Of The Heart<<



Di Oricinıl

#6 >>Meat Loaf - I Would Do Anything for Love<<



Di Oricinıl

#7 >> Air Supply - Making Love Out Of Nothing At All<<



Di Oricinıl

#8 >>Billy Idol - White Wedding<<



Di Oricinıl

#9 >>Creed - With Arms Wide Open<<



Di Oricinıl

------------------------------------------------------
Daha fazlasını isteyenler buradan gitti. Bura

Müzik, Para ve Samimiyet Üzerine

Bugün sonisphere festival 2010 ile ilgili yazılanları okumak için bir zamanların kutsal bilgi kaynağı ekşi sözlüğe girdim. "Sözlük yazarı" profilinin en yeni haliyle ilgili sayfalarca yazabilecek nefrete sahibim an itibariyle ama konuyu dağıtmamak için girmiyorum o meseleye. Yazılardan bir kaçında rastladığım ve günümüz müzik dinleyicilerinin bir çoğunda malesef bir türlü kurutulamayan "başka dünyalarda yaşamak" konulu şeyler gördüm. "Paraya dayalı izleyici profili", "metalciliğin özü" "metalcinin hası biziz" gibi tripler görüyorum yazılanlarda. Metal adı verilen müziğin dinleyicileri üzerine bu konuda zaten bir çok yerici yazı yazacağım. Şimdilik takıldığım tek nokta olayın parasal kısmı. Malum kişilerin savunmasına göre bu müziğin olayı içtenlikmiş. 200 liralarda gezen fiyatlar "esas" (biraz kuzeye giderseniz tr00, kvlt gibi komik kavramlara karşılık gelir) öze aykırıymış. neymiş efendim ben "harbi" slayer dinleyicisiysem ve cebimde para yoksa neden slayer dinlemekten mahrum bırakılıyormuşum.

Şimdi olaya bir de karşıdan bakın. Slayer denen grubu bu ülkeye getirmek o kadar çocuk oyuncağı değil, burada anlaşıyor olmamız lazım. Sizin yaşadığınız hayaller aleminde böylesine "harbi" gruplar sadece dinleyicileri için müzik yapıyor olabilir. Anlayamadığınız şey ise artık yaşadığın topraklar üzerinde sen istesen de istemesen de soyut kavramların bile üstünde tek gücün para olduğu. Biraz gerçekçi olun derler adama, gerçekten toplum için bu işi icra edenlerin kaldığını düşünen beyin hücrelerinizi kafanızı duvarlara vurmak suretiyle yok edin. Bugün adı ister Slayer olsun ister Megadeth ister Antrax, senin benim gibi 15 lik amfilere çalıp götlerini kağıt havluyla silmiyor adamlar.

Ha hala dersen ki "gidip adamlara mı sordun lan bilet fiyatları adamlardan bağımsızdır", senin cebimde para yok diye izleyememek zorunda kaldığım Slayer, senin hayallerindeki gibi olsaydı böyle bir festivalde çalmazdı emin ol.

Gitar teli ve 3 kedisini beslemek dışında para aramayan, sadece müzik yapabilmek için çalan Chuck Schuldinerler yok muydu? Vardı elbet.

Parasal sıkıntı içinde yaşadı, tedavisi yarım kaldı, öldü.

Uyansanız diyorum?

Do you like heavy metal?

Vizelerin bitmesini fırsat bilerek blogun ilk girdisini yazıyorum. Blog müzik ve müzikle alakalı zımbırtılardan oluşacak. İşte karşınızda müzikle alakalı bir zımbırtı. House(Hugh Laurie) ve kankası Stephen Fry'ın BBC yıllarında yaptıkları 2 skeç. LIGHT METAL \m/



*************************************************************************************