11 mayıs 2010 Riverside İstanbul Konseri


Yoğunluktan kafayı yeme haddesine geldiğim bir zamane günlerinde, üstelik yavaş yavaş biriken dinleyicilikte yeni ufuklara açılma isteğinin şahsımı bunalımlardan bunalımlara soktuğu vakitlerde ortasından girdiğim bir gruptu Riverside. İşte yine tam bu ruh hallerindeyken, geceleri henüz uyuyabileceğim 5 saat daha varken 3 saatle yetinmekte ısrar eden dengesiz vücudumu bir nebze sirken, memnuniyetten geberdiğim bir etkinlik oluverdi 11 mayıs Riverside konseri.

Her zamanki gibi bir adet adettendir birası içip sıraya dahil olduğumuzda sırıtır bir halde etrafıma baktım. Tahmin ettiğimin biraz üstünde seyirci vardı ve -işte burası çok önemli- muhteşem olmasa da genel olarak her konserde görmek istediğim seviyedeki dinleyicilere sahipti sıra. Bir kere yaş ortalamasının altına kaldığımı farkettim ki mutluluk vericiydi. Etrafta Cannibal Corpse t-shirtlü yarmalar yoktu. Hatta bir ara önümdeki ablamın sürekli bir Wacken turisti olduğunu kulak misafiri olarak öğrendim ki işte aradığım kalitede seyirci buydu.

"Studio Live'ın adını değiştirmekle falan olmuyor beyler" cümlesiyle başlıyorum mekan eleştirisine. Daha önce Anneke VG.&Danny C. performansı izlemiştim burada. Değişen hiç bir şey yok. O zaman da boğuldum şimdi de. Okuduğum yazılarda havalandırmadan dert yananlar çoğunlukta ama benim sıkıntım genel olarak mekana. Bir kere o kolonlarla olmuyor, tamam küçüklük eleştiri sebebi olmamalı pek ama ben rahatsız oluyorum o dipdibelikte. Sürekli etrafta volta atıp "bira içer miyiz gençler" kafasındaki çalışanlar ise bambaşka bir yazı konusu zaten. Tüm konser boyunca ordan oraya bira taşıdı adamlar, pes. Ses sisteminin zayıflığı da başka bir konu. Riverside'da pek sıkıntı yaşamadım fakat ön grup olarak çıkan ve ortalamanın çok üstünde bir performans sergilediği tartışmasız Hope to Find grubunun malesef her bir enstrümanı ayrı ayrı kulaklarımı tırmaladı.

Yeri gelmişken Hope to Find'ın çok başarılı olduğunu bir kez daha belirtmek gerek. Ses sisteminden olsa gerek sonlara doğru inseler artık dediysem de ülkemizden progresif rock alanında bu kadar kaliteli bir oluşumun çıkabildiğini görmek çok güzel. Unirock'da çalabilmek için oy istediler konser sonunda, seve seve verdim az önce.

Gelelim Riverside'a. Grup 2001 Polonya çıkışlı bir progresif rock/metal topluluğu. Sahneye ilk adım attıklarında artık sahne işlerini çözdüklerini açıkça hissettirdiler. Özellikle Mariusz Duda (vokal/bas) duruşuyla vay be dedirtti şahsıma. Michał Łapaj (klavye) gönlümde taht kuran sempatikliği ile izlemeye bayıldığım bir diğer grup elemanı oldu. Kendisiyle mesajlaşmaktayız falan ayrıca, o kadar egosuz bir herif kendisi (demek istediğim o ki...). 2 sene önceki konserde mekanın küçüklüğünden mütevellit merdivenlerde solo atmak zorunda kalan Piotr Grudziński her ne kadar soğuk antipatik bir görünümde olsa da -hakkını vermek lazım- çok iyi bir gitarist. Piotr Kozieradzki (davul) ye söyleyecek bir şey yok zaten, tombili şirinlik abidesi bir adam. Yine de tüm konser boyunca beklediğim etkileşimi alamadım grup elemanlarıyla. Duda çok az konuştu, yine de soğukluklarını Polonyaya yıkmak suretiyle müziklerine geçiyorum.

Alt grup indiğinde konser boyunca sounddan rahatsız olacağımı düşünüp telaşlandım açıkcası. Ama o ilk bas tonu geldiğinde, ilk distortion sesi duyulduğunda farkettim ki softlardan softlara bir ton dinleyecektik. Özellikle Duda'nın bas tonu, bas gitarla pek iyi ilişkileri olmayan beni bile fazlasıyla memnun-mutlu etti. Teker teker ne kadar kaliteli müzisyenler olduklarından bahsetme ihtiyacı duymuyorum. Konserin açılış parçası Hyperactive idi. Son albümde ağırlıklı olduğunu söyleyebiliriz setlistin. 5 şarkısı da çalındı Anno Domini High Definition'ın. Driven to destruction, Cybernetic pillow, Egoist hedonist, Parasomnia, Conceiving you, Dance with the shadows, Left out, Hybrid times, Rapid eye movement ve 02 panic room şeklindeydi setlist. Conceiving you da yaşadığım tüylerin diken diken olması durumu, Cybernetic Pillow'un inanılmaz solosu, 02 Panic Room'un muhteşem yorumlanması aklımda kalanlar oldu. Akılda kalmak demişken Piotr bir ara bagetini düşürdü elinden, sanırım Duda ile benden başka farkeden olmadı bunu. Göz göze gelip gülüştüler, Piotr ritmi bir an bile kaçırmadı, bageti düşmeden kaptığı gibi devam etti.

Son olarak (her bir grup elemanını teker teker dakikalarca solo izlediğimi belirtip) Riverside sırıtan bir elemana bile sahip olmayan, tarzı müziğini çok iyi şekilde icra eden ve iddiama göre gelecek 5-10 yıl içinde inanılmaz bir patlama yapıcak bir grup. Konserin açılış parçasını paylaşma zevkimin de içine eden 94.5 adlı radyoya da laf atmadan bitirmiyorum.

Ek şey: Süper bir ritim yakalamıştık fakat kulaklarımı dinlendirmeyi düşünüyorum bu bir aylık sürede. 17 Mayısta Lamb of God, 25 Mayısta Caspian konserleri var. Bu arada Droconian resmi sitesinde ülkemizdeki konserini iptal ettiklerini açıkladı, ah sen nelere kadirmişsin eyjafjallajökull. Fikrimi değiştirirsem belki Caspian; yoksa en yakın konser yazısını Sonisphere'e bırakıyorum, işaret ve serçe parmaklarınızdan öpüyorum.

Gidin müzik dinleyin!

Yorum Gönder

*************************************************************************************