Saykodeliğin Türkçesi

The Beatles, dünya'nın gelmiş geçmiş en popüler grubu. Böyle basitçe tanımlamak ne kadar doğru The Beatles'ı? Günümüz müzik piyasasındaki -nesnel bir tanımlama yapamayacağım- "bizce" kalitesiz, manasız, kısaca kötü ürünlerin çokluğu ve bunların ulaştığı büyük kitleleri düşününce, popüler olanı sevmeme gibi çok uç bir noktaya gidebiliyor insanlar. Özellikle müziğin artık kimlik unsuru olmaktan çıktığı, kolayca birçok müzik türüne ulaşabildiğimiz teknolojik imkanlara sahip olduğumuz şu yıllarda böyle bir tavır rahatsız edici olabiliyor. Genel olarak günümüz müzik piyasasına böyle bir tavır geliştirmiş bir insan olarak, The Beatles'ın popülerliği, özellikle de gerçek bir ticari başarı hikayesi oluşu beni bu gruptan çok kolay uzaklaştırabilecek bir unsur. Düşünün! The Beatles'ı popüler olduğu için dinlemeyebilecek bir batağa saplanmışım ama müzik konusunda blog tutma haddini kendimde buluyorum. Ama neyseki The Beatles sadece ticari olarak popülariteye ulaşmış bir grup değil. 67'de geçirdikleri değişimler ve temelini attıkları psychedelic rock ve bu müziğin 68 kuşağının o yenilikçi, devrimci havasıyla beraber müziği getirdiği nokta herşeyi değiştiriyor benim için. O dert yandığım içi boşluk yok burada.

Progressive rock da bu dönemde ortaya çıkmış, müziğin ticari boyutunu en önemli şey olarak tutmadan, bütünüyle bir sanat eseri ortaya koymayı amaçlayan gençlerin yarattığı bir tarz olarak.
Bu damardan girdik ama bütün bir progressive rock akımının tarihini dökmeyeceğim buraya. Benim bahsetmek istediğim konu bu altı inanılmaz güzelliklerle dolu akımların topraklarımızdaki etkisi. Biz hevesli gençler progressive rock madenini bulduğumuzda genelde ulaşılabilirliği yüksek olan yabancı ürünlere gidiyoruz genelde, ancak o dönemde ülkemizde de inanılmaz eserlerin verildiğini keşfetmemiz uzun zaman alabiliyor.

Türkiye'de siyasi ve sosyal olarak çok sıkıntılı geçen bu dönemde ortaya çıkan bu eserleri ve büyük sanatçıları göz ardı etmek, biraz şimdinin gençlerinden hiç memnun değilim kafasındaki amcalar gibi söylemek gerekirse, ayıp!

Bu yazıda anadolu rock/pop akımını tamamen bir inceleme altına alıp, sanatçı sanatçı inceleyemeyeceğim. Bunun için internette bir sürü kaynakta bilgiler bulunuyor. Akımın içinden gelmiş insanların röportajları özellikle bu konularda çok güzel kaynaklar. Geçenlerde dinlediğim ve dönemle ilgili birçok bilgi edindiğim aşağıdaki Taner Öngür röportajını dinlemenizi tavsiye ederim:



Yukarıdaki kanalın sahibi Kolsuz Kahraman Wang Yu'da takip edilesi bir isim. Dönemin güzel örneklerinden hazırladığı güzel mixlerle akımın sevenleri için güncel materyaller sunuyor. Aynı şekilde dönem müziğiyle ilgili birçok mix çalışmasında bulunmuş DJ Barış K'yı da dinleyebilirsiniz.

Minimal Wave


2000'lerin ortasında Veronica Vasicka tarafında başlatılan bir label projesi Minimal Wave. 1978-1985 arası pre-MIDI New Wave olarak adlandırılan, pop müziğin altyapısının tamamen değişmeye başladığı dönemde geçiyor hayatı.

Linear Movement
Özellikle krautrock ile birlikte popülerleşen elektronik müziğin etkilenimleri ve insana inanılmaz bir tını yelpazesi sunan synthesizerlar sayesinde çok farklı ve ilginç ürünler ortaya konan bir dönemden bahsediyoruz. Günümüzde müzikal kirlilikte büyük payı olan, kolay ve ucuz biçimde müzik yapmaya olanak sağlayan, yarattığı tınısal zenginlikle ucuz maliyetle büyük bir orkestrasyon yaratılabilinen synthesizer ve davul makinelerinin ekmeğinin yenmeye başlandığı bir takım akımlar var ortalarda.
Minimal Wave de bu dönemdeki underground kalmış, deneysel gruplarının dahil olduğu bir akım.

Minimal Wave topluluklarının tipik özellikleri popüler müzik içerisinde basamakları tırmanamamış olmaları. Tamamen "kendin yap" olarak işleyen bir yaratım sürecinden bahsedebiliriz bu akımda. Gruplar yapımcılığından albüm tasarımına, eserlerinin basımından, dağıtımına kadar herşeyi genellikle kendileri hallediyorlar. İnternet gibi herkesin kolayca kitlelere ulaşabileceği bir teknoloji de olmadığı için, insanlar eserlerini diğerleriyle mektup yoluyla paylaşıyorlar. Kitlesel olarak büyük ilgi çekmeyen gruplar başlangıçtaki yapılarını koruyor ve arkalarına büyük plak şirketlerini almadan yollarına devam ediyorlar.

Deux
Minimal Wave iletişim konusunda kısıtlı imkanlara sahip olmasından kaynaklı olarak dünyanın çeşitli yerlerinde bölgeleşmiş topluluklardan oluşuyor. Genelde gruplar kendi dillerinde eserler vermişler. Kuzey Amerika, Japonya ve Avrupa'da dönemin minimal synth, synthpop gibi türleri takip eden ve yukarıda bahsettiğim karaktere sahip toplulukları genelde bu akım içerisinde görüyoruz.

Minimal Wave müzikal olarak daha önce bahsettiğim gibi analog synthesizerlar ve davul makineleriyle yapılan bir müzik türü. Ancak burada dikkat çeken yön bu aygıtların dönemin popüler müzik akımlarında tınısal zenginlikleri yardımıyla büyük orkestral düzenlemeleri taklit edecek şekilde kullanılırken, bu akımda kendi tınılarıyla yer bulmaları. Bu aygıtların yarattığı yapay seslerin yapaylıklarının üzerine yapılan bu vurgu çok karakteristik bir duruş ortaya koyuyor. Amatörlük akan başarısız vokallerin de bu yapaylıkla yarattığı doku ilginç bir öge.

Akım hakkında daha detaylı bilgi almak için web sayfası iyi bir kaynak.

Akımın 101'i olacak nitelikte olmasa da benim kulağıma hoş gelen birkaç örnek de aşağıda.

Deux - Game and Performance

Linear Movement - The Game

Taşınmadık. Buradayız!


  • Kışın kendini bastırmasıyla eve çekilen bünyenin sıkılması.
  • Şubat ayının yaklaşmasıyla gelen "Bir yılı daha geride bırakıyoruz şu hayatta." düşüncelerinin derin, karmaşık duygu seline karşı bir dal bulma umudu.
  • Bitmek bilmeyen, insanı zevklerinden alıkoyan okul sürecinin sancılı final döneminin bitişi.
  • Herkesin fırsat bulup evlerine kaçmasıyla arkada kalan bireyin yalnızlıktan kurtulma çabası içine girmesi.
Bu yazılanlardan kaçını kapsar veya yazılmayan daha ne sebepler var bilemiyorum. Ancak Ocak sonu Şubat başı, hayatımda belli sebeplerle eski heyecanların yeniden su üstüne çıkması ve yıl içinde hep uzak durduğum zevk ve hayallerime en çok yaklaştığım dönemdir hep.

Bu senenin şenliklerinde ise yine en büyük hayal, müzik üzerine birşeyler ortaya koyma akımına kapıldık. Yeni keşifler, eski takıntılar ve güzel hikayelerle dolu; "Abi, bugün şöyle birşey duydum" ya da "Oğlum, şöyle birşey vardı ya. İşte onun nedeni buymuş." ve hatta "Hacı, Pink Floyd diye bir grup buldum çoki!" tadında yazılar yazmak üzre blogumuza geri döndük.

Temmuz Biterken...

Okuduğumuzu Anladık Mı?

İnsan beyni garip çok garip çalışıyor. Özellikle gördüklerini değerlendirme ve anlama aşamasında. Şimdi çok bilimsel araştırmalar yapıp konu hakkında çok bilgim olduğu için böyle bir yazıya girişmiyorum. Birşey okurken inanılmaz bir his kapladı beynimi ve bu yapıyı açıkça görmüş gibiyim.

Çok da ilginç bir yapı değil aslında, hayatımıza tamamen girmiş filtreleme ve yönlendirme mekanizmaları gibi çalışıyor. Tıpkı sadece mavi ışığı geçiren bir gözlük gibi o anda ne konuda bir düşünce sürecine giriyorsak o konuyla ilgili değerlendirme fonksyonları giriyor devreye. Eskiden çok renkli tükenmez kalemler vardı ya onlar gibi. Mavi ışık geldi, mavi uç çıksın...

Bazen bu mekanizma öyle bir yalama oluyor ki herşey karışıyor birbirine; ne yaptığını, bunun sonucunda ne olması gerektiğini değerlendiremiyor insan. Mesela eğitici bir düşünce sürecinde gerekli filtre ve yönlendirmeler çalıştırılmadığında alması gereken bilgileri alamıyor. Çok rastlıyorum bu duruma. Birşey okurken okuyup bitiriyorsunuz ancak sonunda aklınızda en ufak bir bilgi yok. İlkokul Türkçe kitaplarındaki “Okuduğumuzu Anladık Mı?” soruları cevapsız kalıyor. İnsan böyle durumlarda gerçekten aciz hissediyor kendisini. Neden bu dağınıklık?

Süreç ortada, düşüncenin izlediği yol takip edilebiliyor; ancak çözüm üretilemiyor. Hastalık ihtimalleri, o anki fiziki yetersizliklerin değerlendirilmesi, ve bir sürü değişken giriyor hesaplamalara. Çözümler üretilmeye çalışılıyor ancak bulunan şey sadece bahanelerden ibaret gibi geliyor.

Bahaneler çok zorlayıcı şeyler bir insan için. Sorunlarını halletmek için bazı çözümler bulur insan. Ancak bazen bu çözüm bulma aşamasında değişkenlerde takılır kalır. Az önce bahsettiğim “düşünce süreci” olgusunda olduğu gibi hastalık, vb. değişkenler çözüm yolunu tıkayıp bahanelerle başbaşa bırakıyor insanı. Bunun zorlayıcı yönü, insanın rahatlıkla problemlerinden sıyrılabileceği kanallar oluşturması. Çözüme ulaşmak bazen çok kolay olmuyor. Kimi zaman yoğun düşünce süreçleri ve çabalar sonucunda bir şeyler elde ediyor insan. Bu yorucu yolda bir kez bahanelerle duvarı görüp üzerinden atlamayarak geri dönen bünye sevmeye başlıyor bu süreci. Çözüm üretme yolculuğunun verdiği heyecanı çözümsüzlük içinde kıvranarak yok etmeden, “aşamayacağım bir engelle karşılaştım, ne yapabilirim ki?” gibi mantığa yatkın bir kaçış hamlesiye mutlu mesut geri dönüyor. Ancak bahaneler bu kadar sıklaştığında çözümsüz problemler artmaya başlıyor. Çözüm için uğraşmış olmanın verdiği rehavetin de kaybolmasıyla beraber kalkan sis perdesi, yığınlaşan sorunları seriyor gözler önüne.

Bahanelerin rehaveti mekanizmayı bozan temel etken gibi görünüyor. Daha doğrusu tamirini engelleyen. E , zaten başından beri aranan şey de bu mekanizmanın doğru çalışması değil mi? Büyük potansiyele sahip bir yapıyı arızalı arızalı kullanmaya devam etmek neden? O yüzden her ne olursa olsun çözüm sonuçlarının sonuna kadar gitmek lazım. Bu süreçte de “mekanizma” kullanıldığı için çok büyük aksaklıklar çıkıyor tabii, ama insan bunları aşabileceği araçlara sahip. Yazı, müzik, resim, sinema gibi araçlar yardımıyla bu bozuk mekanizma kendisini tamir etmek için kullanılabilir.

Takıldım-dım-dım-dım...

Bir sorunu çok kafasına takınca zor durumlara düşüyor insan. Yanlış yerlerde çözüm ararken, çözülmesi gereken diğer sorunları kaçırıyor gözünden. Tünel görüşü diye mi, at gözlüğü diye mi tanımlarsınız bilmem ama durum bu işte. Dikkat etmek lazım!

Ah Google, sen yok musun.

Google gerek doodleları gerek farklı easter eggleriyle kullanıcılarının yüzlerine ufak bir gülümseme kondurmaya devam ediyor. Son icraatları Starcraft sevenler için. Starcraft'ta en çok kullanılan, en sinir bozucu taktiklerden biri olan "zergling rush" temalı bir easter egg var karşımızda.

Şimdi gidin google'a "zergling rush" yazın sonra arama sonuçlarınızı savunmaya koyulun.


*************************************************************************************