Okuduğumuzu Anladık Mı?

İnsan beyni garip çok garip çalışıyor. Özellikle gördüklerini değerlendirme ve anlama aşamasında. Şimdi çok bilimsel araştırmalar yapıp konu hakkında çok bilgim olduğu için böyle bir yazıya girişmiyorum. Birşey okurken inanılmaz bir his kapladı beynimi ve bu yapıyı açıkça görmüş gibiyim.

Çok da ilginç bir yapı değil aslında, hayatımıza tamamen girmiş filtreleme ve yönlendirme mekanizmaları gibi çalışıyor. Tıpkı sadece mavi ışığı geçiren bir gözlük gibi o anda ne konuda bir düşünce sürecine giriyorsak o konuyla ilgili değerlendirme fonksyonları giriyor devreye. Eskiden çok renkli tükenmez kalemler vardı ya onlar gibi. Mavi ışık geldi, mavi uç çıksın...

Bazen bu mekanizma öyle bir yalama oluyor ki herşey karışıyor birbirine; ne yaptığını, bunun sonucunda ne olması gerektiğini değerlendiremiyor insan. Mesela eğitici bir düşünce sürecinde gerekli filtre ve yönlendirmeler çalıştırılmadığında alması gereken bilgileri alamıyor. Çok rastlıyorum bu duruma. Birşey okurken okuyup bitiriyorsunuz ancak sonunda aklınızda en ufak bir bilgi yok. İlkokul Türkçe kitaplarındaki “Okuduğumuzu Anladık Mı?” soruları cevapsız kalıyor. İnsan böyle durumlarda gerçekten aciz hissediyor kendisini. Neden bu dağınıklık?

Süreç ortada, düşüncenin izlediği yol takip edilebiliyor; ancak çözüm üretilemiyor. Hastalık ihtimalleri, o anki fiziki yetersizliklerin değerlendirilmesi, ve bir sürü değişken giriyor hesaplamalara. Çözümler üretilmeye çalışılıyor ancak bulunan şey sadece bahanelerden ibaret gibi geliyor.

Bahaneler çok zorlayıcı şeyler bir insan için. Sorunlarını halletmek için bazı çözümler bulur insan. Ancak bazen bu çözüm bulma aşamasında değişkenlerde takılır kalır. Az önce bahsettiğim “düşünce süreci” olgusunda olduğu gibi hastalık, vb. değişkenler çözüm yolunu tıkayıp bahanelerle başbaşa bırakıyor insanı. Bunun zorlayıcı yönü, insanın rahatlıkla problemlerinden sıyrılabileceği kanallar oluşturması. Çözüme ulaşmak bazen çok kolay olmuyor. Kimi zaman yoğun düşünce süreçleri ve çabalar sonucunda bir şeyler elde ediyor insan. Bu yorucu yolda bir kez bahanelerle duvarı görüp üzerinden atlamayarak geri dönen bünye sevmeye başlıyor bu süreci. Çözüm üretme yolculuğunun verdiği heyecanı çözümsüzlük içinde kıvranarak yok etmeden, “aşamayacağım bir engelle karşılaştım, ne yapabilirim ki?” gibi mantığa yatkın bir kaçış hamlesiye mutlu mesut geri dönüyor. Ancak bahaneler bu kadar sıklaştığında çözümsüz problemler artmaya başlıyor. Çözüm için uğraşmış olmanın verdiği rehavetin de kaybolmasıyla beraber kalkan sis perdesi, yığınlaşan sorunları seriyor gözler önüne.

Bahanelerin rehaveti mekanizmayı bozan temel etken gibi görünüyor. Daha doğrusu tamirini engelleyen. E , zaten başından beri aranan şey de bu mekanizmanın doğru çalışması değil mi? Büyük potansiyele sahip bir yapıyı arızalı arızalı kullanmaya devam etmek neden? O yüzden her ne olursa olsun çözüm sonuçlarının sonuna kadar gitmek lazım. Bu süreçte de “mekanizma” kullanıldığı için çok büyük aksaklıklar çıkıyor tabii, ama insan bunları aşabileceği araçlara sahip. Yazı, müzik, resim, sinema gibi araçlar yardımıyla bu bozuk mekanizma kendisini tamir etmek için kullanılabilir.

Yorum Gönder

*************************************************************************************