500 Days Of Summer


Son günlerde izlediğim en güzel filmdi.

Kısa ve yaratıcılıktan yoksun olarak en güzel bu şekilde anlatabilirim bu filmi.

İzlerken şarabın etkisinden midir bilmem* kendimden çok şey bulduğum, an an çok mutlu, an an mutsuz hissettiğim bir deneyim oldu bu filmi seyretmek. Ana karakteri kendime çok yakın buldum, bu hissin sebebi aynen bu tarzda bir ilişki yaşamış olmam değil; zaten hiç ilişki yaşamamış** biri olarak böyle bir şey hissetmek komik olurdu. Bu sebebi düşünüp buraya yazmaya, kelimelere dökmeye çalışırken kendimle büyük bir savaş veriyorum, çünkü burası sosyal bir alan ve insanların beni tanıyarak öğrenmelerini istediğim hislerimi böyle bir yerde insanlara açmak kendime büyük bir kızgınlık beslememe sebep oluyor, ama her ne olursa olsun yazacağım, ne demiştim alkolün etkisindeyim ve buda engelleyici beni "sigigit lan burdan" diye kovmamı kolaylaşıtırıyor. Az önce dünyanın en uzun ve muhtemelen anlaşılmaz cümlesini kurmuş olabilirim o yüzden daha fazla uzatmadan söze geçeyim de neden kendimi filmin baş karakteri Tom'a yakın hissettiğimi açıklayayım.

Benim filmde gördüğüm ve kendimle eşleştirdiğim kadarıyla Tom, kendi içinde bulunan heyecan ve hisleri yaşadığı dünyaya kabullendirememe korkusuyla içinde tutan dolayısıyla hayatın onu yönlendirdiği şekilde yaşayan bir kişilik. Tom'un her ne kadar bunu Summer ile yaşadığı ilişkide uyguladığını görüyor olsamda tüm hayatında böyle olduğuna adım gibi eminim. Bu hayatın akışına kendini bırakma durumu gerçekten iğrenç bir durum, iğrenç kelimesini sınırlı yaratıcılığımdan dolayı kullanmıyorum, gerçekten iğrenç. Çünkü gün geliyor, bakıyorsunuz hayata öyle bir kaptırmışsınız ki kendinizi artık siz kişisel olarak her hangi bir şey yapmıyorsunuz. Önünüze ne gelirse onu yaşıyorsunuz. Oysa ki bilmeniz gereken bir şey var ki hayatı siz yönlendiriyorsunuz ve önünüzdeki günleri şekillendirmek tamamen sizin elinizde. Yukarıdaki sözler bir anlam ifade etmiyor olabilir ama dönüp kontrol etmeyeceğim, çünkü bunu yaptığım takdirde ekranın sağ üst köşesindeki sevimli 'x'e basıp çıkacağımı biliyorum. Neyse devam edelim, benim şu kafadaki görüşürüm tamamen insanın kendi hayatını kendi yönlendirdiğidir. Asla ve asla kader diye bir şeyin olduğuna inanmıyorum. Çünkü kader inancı benim gibi bir insanın hayatın boş akışına kapılıp günlerini heba etmesine neden olan saçma sapan bir olgu. İnsan kendi yolunu kendi çizer, eğer ki sen hayattının her hangi bir evresinde hissettiğin şeyleri o evreye katamıyorsan orada yanlış yapıyorsun demektir. Ben hayatım , en azından kişilik sahibi olmaya başladığım hayatım, boyunca o ana kendimi katmamaya özen gösterdim. Belki bunun sebebi kendimi kattığımda hayatın alabileceği şekil ve bu şeklin sorumluluğunun tamamen benin o hareketime bağlı olması olabilir. Öyle ya da böyle ben hayata katkıda bulunmaktan korkuyorum abicim. Ancak bunu yapmamak gerektiğinide şu boş, sözlük anlamıyla boş, geçen son 5-6 senemde bilsem de aksini uygulayamıyorum. Bu konuda beni anlayıp da söyleyecek iki çift lafı olanlara da teşekkür ediyorum.

Yukarıdaki paragrafa filmi anlatmak niyetiyle başlayıp başka bir şekilde bitirmiş olabilirim. Sadece kendimi anlatma ihtiyacı hissettim. Özet olarak, beni de sevin lan, ben de fena bir insan değilim.

Filmle ilgili dişe dokunur bir şeyler okumak isteyenler buradan gitti.

*Şarap içtiğimi özellikle belirtmek istemedim, öyle gibi oldu.
**Hiç ilişki yaşamadığımı özellikle belirtmek istedim, öyle gibi oldu.

Yorum Gönder

*************************************************************************************